Til Schweiger İstanbul’a bayıldı

Erdal Altuntaş
HAMBURG – Ünlü Alman sanatçısı Til Schweiger’in Hamburg, İstanbul ve Moskova’da çekilen
“Tschiller Off Duty” adlı yeni filmi, 4 Şubat’tan itibaren Almanya’da vizyona girdi. Hamburg’da yapılan filmin prömiyer galasına Schweiger başta olmak üzere, oyuncular ve yönetim kadrosu da katıldı. Dammtor Cinemaxx’da yapılan galaya çok sayıda izleyici katılarak filmi, başrol oyuncularıyla birlikte izlerken, filmdeki bazı sahnelerde ise alkış tuttular. Özgür Emre Yıldırım, Berrak Tüzünataç’ın yanısıra Almanya’dan Erdal Yıldız ve Fahri Yardım gibi tanınmış oyuncuların da yer aldığı filmin büyük bir bölümü İstanbul’da çekildi. ATV’de yayınlanan “Karadayı” dizisinden tanıdığımız Özgür Emre Yıldırım, Süleyman Şeker tiplemesiyle filmin ana karakterlerinden birini canlandırırken, filmin yönetmenliğini ise Christian Alvart yaptı.

Filmin kısa hikayesi:
Hamburg emniyetinde görevli Başkomiser Nick Tschiller’in kızı Lenny, annesinin öldürülmesinin ardından travma geçirmektedir. Emniyetteki görevinden uzaklaştırılan Nick Tschiller ise kızıyla daha fazla vakit geçirmek ister. Ancak kızı birden ortadan kaybolur. Eski Başkomiser Tschiller’in emniyetten arkadaşı Yalçın Gümer, Lenny’nin cep telefonu üzerinden İstanbul’da olduğunu tespit eder. Nick, ezeli düşmanı Fırat Aslan’ın Türkiye’deki hapishaneden kaçtığını öğrenince kızının intikam için İstanbul’a gittiğini anlar. Lenny’nin hayatının tehlikede olduğunu düşünen babası ilk uçakla İstanbul’a gider.

Filmin başrol oyuncusu Til Schweiger, çekimler sonrasında tanıdığı İstanbul’u anlattı ve çok beğendiğini söyledi. İşte; Til Schweiger’den film, özel yaşantısı ve İstanbul üzerine merak ettikleriniz.

-“Tischiller: Off Duty” filminin bir bölümünü İstandabul’da çekme fikri nasıl oluştu?

Til Schweiger: Aslında bu benim fikrimdi. Hikayeden ortaya çıktı. Dizideki Fırat Astan karakteri Hamburg’daki bir Kürt mafyasının üyesi. Televizyonda yayınlanacak olan son “Tatort” dizisini yani 4. bölümün henüz bitmemiş hikayesine bağlayarak, İstanbula gitmeyi düşündük. Tabi ki Hamburg’un çok güzel görülecek yerleri var ve Almanya’nın en güzel şehri ama İstanbul bambaşka bir dünya, inanılmaz bir kulis. Biz de şöyle düşündük: Tatort’un 3. ve 4. bölümlerinde Ruslar önemli bir rol oynadığı için sinema filminin hikayesi Türkiye’den sonra Rusya’ya taşınmalı. İstanbul gibi Moskova’nın da etkileyici bir görünüşü var. Öte yandan Türkiye’de çok etkileyici oyuncular var. Ancak İstanbul’un büyüleyici mekanları, kesin karar vermemize sebep oldu.

-Çekimler öncesinde İstanbul’a gitmiş miydiniz?

İstanbul’da çekim yapma fikri ortaya çıktığı zaman şehri tanımıyordum. “Tschiller: Off Duty”, prodüksiyonu başlamadan üç gün önce ilk kez İstanbul’a gittim. Gerekçesi ise ortak yapımcılığını üstlendiğimiz “8 Saniye” filminin galasıydı.

-İstanbul gitmeden önce şehirle ilgili düşünceleriniz neydi?

İstanbul’u sadece resimlerden ve hikayelerden tanıyordum. İstanbul’u tanıyan ve şehrin enerjisini anlatan çok sayıda Türk ve Alman arkadaşım vardı. Filmin galası için İstanbul’a ilk kez gittiğimde, “İnsanlar bu şehri neden bu kadar beğeniyor? Üç saattir taksideyim ve hala otele ulaşamadım” diye kendi kendime düşündüm. Gala hemen bir gün sonra olduğu için o gezimde şehirden bir şey göremedim. Ama o gidişimde Tschiller: Off Duty için çekim mekanlarına bakabildik.

-İstanbul’a gittikten sonra, İstanbul’la ilgili düşünceleriniz değişti mi?

İstanbul’da çekimler sırasında Türk ortak yapımcımızdan ve ekipten tüyolar aldık. Ayrıca Almanya’daki arkadaşlardan bir liste aldım. Tabi ki İstanbul’dan çok memnun kaldım ve İstanbul’dan ayrılırken hepimiz çok üzgündük.
Tam iki buçuk hafta orada çekimler yaptık ve ayrılma anımız, özellikle Türk ekipten ayrılığımız çok duygusal oldu. Almanya’ya dönmeden önce boş bir günümüz vardı ve bu günü değerlendirerek bir yat kiraladım. Türk ve Alman oyuncuları bu yat gezisine davet ettim. Hava mükemmeldi ve Boğaz’da harika bir gün geçirdik.

-İstanbul’da en çok ne hoşunuza gitti?

Sinema açısından baktığınızda tabi ki, mekanlar hoşuma gitti. Özellikle doğu ile modern Türkiye’nin karışımı, sonsuzluk ve şehrin hissedilebilir enerjisi. Türk mutfağına hemen aşık oldum. Türk yemeklerinden o zamana kadar sadece döneri biliyordum. Ama İstanbul’dan sonra Türk mutfağının büyük bir hayranı oldum. Şimdi Berlin’de düzenli gittiğim bir Türk restoranı var. Doğum günümü de orada kutladım.
Ama en çok da Türk ekip hoşuma gitti. Özellikle de, herşeyi organize eden yapımcılar ve uygulayıcı yapımcı. Ekibin çalışma temposu beni çok etkiledi. İş konusunda Almanlar çok iyi organize olurlar ve öyle de olmak zorundalar. Eğer kıyaslayacak olursak ABD’de film çekmek çok uzun sürer, Türkler ise bu konuda çok hızlı.

-Çekimler sırasında dil bir sorun teşkil etti mi?

Hayır. Benim karşılıklı oynadığım Türk oyuncular Almanca konuştu. Özgür ve Berrak bu film için Almanca öğrendi. Buna büyük saygı duyuyorum. Okulda İngilizce öğrenmeme, bir Amerikalı kadınla evli olmama ve üstelik bir süre ABD’de yaşamama rağmen, kamera önünde İngilizce oynamak zorunda kaldığım zaman ne kadar zorlandığımı unutamıyorum. Çünkü benim için Almanca düşünüp İngilizce konuşmak bir sorundu. Bir rol için yeni bir dile uyum sağlamak çok büyük bir başarı. Çünkü hiç tecrübeniz yok ve dilin akustiğini bile öğrenmek zorundasınız. Ve bunun yanında bir de rolünüzü oynamak zorundaysanız bu çok büyük bir başarıdır ve buna karşı büyük saygı duyuyorum.

-Filmde önemli bir rolü olan Özgür Emre Yıldırım’la çalışma kararını nasıl aldınız?

Onunla birlikte çalışmak çok güzeldi. Onun casting için hazırladığı görüntüleri izledim ve oyunculuğunu hemen beğenip yönetmeni aradım. Yönetmen de bana Özgür’ün bu rol için kısa olup olmadığını sordu. Çünkü filmdeki karakter iri yarı olmalıydı. Ama ben kararımın arkasında durdum ve “Bu doğru bir oyuncu” dedim. Özgür bana Gary Oldman’i hatırlatıyor. Özgür bir gün bana, oyunculuk kariyeri başlamadan önce uzun bir süre bir Alman kadınla birlikte olduğunu söyledi. Ve Alman arkadaşı, onun oyunculuktaki başarısına inanmadığı için onu terk etmiş. Şimdi ise Til Schweiger ile film çekti. Eminim o da bunu duyacaktır.

-Tatort dizisinde polis olan meslektaşınız Yalçın Gümer ile çok iyi bir arkadaşlığınız var. Peki gerçek yaşamda Fahri Yardım iyi bir arkadaşınız mı?

Çok iyi arkadaşlığımız var. Oyuncular arasındaki arkadaşlık çok nadirdir. Bir çok oyuncu tek başına mücadele eder. Eğer biriyle tanışacaksa, kendisinin kariyerini destekleyecek birini düşünür. İki oyuncu birbirine değer verse bile her zaman görüşemezler. Çünkü biri Bonn’da diğeri Stutgart’ta ve sonra Düsseldorf’ta çekim yapıyordur. Çekim günlerinin yoğunluğundan yolları birbiriyle kesişmez. Bazen aynı şehirde yaşasanız bile çok az görüşürsünüz. Hamburg’da yaşayan Moritz Bleibtreu ile çok yakın arkadaşız. Ama onu yılda en fazla bir kere örneğin Berlinale’de görebiliyorum. Ancak Fahri ile çok yakın arkadaşız. Onun Tatort’ta benim partnerim olarak oynamasını şart koşmuştum.

-Hayatınızın doruk noktası neydi?

Bu anı 4 kez yaşadım: Çocuklarımın doğum anı.

-En çok gurur duyduğunuz şey nedir?

Çocuklarım

-Kendinizi bir aile insanı olarak tanımlar mısınız?

Aile benim için en önemlisi. Benim için arkadaşlar da aileye aittir. Çok eski dönemdeki arkadaşlıklarımı devam ettiriyorum. Bu benim için çok değerli. Çünkü onlar çok uzun zamandan beri arkadaşlarım. Birbirimizle tanıştığımız zaman, kimin gelecekte ne olacağı belli değildi. Kimisini Kick-bokstan kimisini futbol kulübünden kimisini ise taksicilik döneminden tanıyorum. Bu süre içinde bir çok yeni arkadaşlarım oldu ve onları da genişleyen ailemin bir parçası olarak görüyorum. Benim şirketlerim de ailemin bir parçasıdır. Her zaman için kendime şunu söylerim: “Hayatta her şey başına gelebilir ama eğer aileni birarada tutarsan, yine de çok güçlü olursun”

-Eğer boş zamanınız olursa nasıl değerlendirirsiniz?

Mayorka’da bir yazlığım var ve bir sürü de hayvanım. Küçük bir çiftlik sayılır. Fırsat buldukça zamanımı orada geçiriyorum.

-Sizi neler güldürür?

Kendi üzerime çok gülerim. Bazı insanlar, sadece başkalarının üzerine gülebilir. Onlar espri kendileriyle ilgiliyse kızarlar. Ben iyi şakalara, fıkralara gülerim. Sakarlıklara gülerim. Kızımın komik bir bakışına gülerim. Gülmeyi çok seviyorum ve çok gülüyorum.

-Çekmek istediğiniz bir hikaye var mı?

Aslında üzerinde fazla düşünmedim ama modern bir savaş filmi yapmak isterim. Uzun süredir Almanya’da bir savaş filmi yapılmadı. Ama bunun için iyi bir hikayeye ihtiyaç var. “Şimdi Alzheimer üzerine veya Kaspar Hauser sendromu üzerine bir filmi yapayım” anlamında hiç bir zaman planlarım olmadı. “Honig im Kopf” filmi gibi bir hikayenin fikri çok spontane oluştu. Eğer elimde 5 tane çok iyi senaryo olursa, arka arkaya 5 komedi filmi çekebilirim. Bunlar çok sezgisel ortaya çıkan şeyler. “Şimdi şunu yapmalıyım sonra da da şunu yaparım” gibi uzun süreli planlanmayan şeyler.