Misafir işçilikten diasporaya: Almanya’ya göçün 56. yılı 

Misafir işçilikten diasporaya:

Bugün (30 Ekim) Almanya ile Türkiye arasında 1961 yılında imzalanan “İşgücü Anlaşması“nın 56. yıl dönümü. Haydarpaşa Garı’ndan 450 kişi ile başlayan göç süreci, bugün üç milyonluk bir nüfusa ulaşmış durumda. Yarım asrı aşan bu süreç, aynı zamanda “misafir işçilikten Türk diasporasına” evrilen bir tarihin de yansıması.

Almanya’nın işçi açığı Yaklaşık 55 milyon insanın hayatına mal olduğu tahmin edilen II. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya için her anlamda yeni bir dönem başlıyordu. Savaşın bilançosu ağırdı: 6 milyon Alman ölmüş, şehirlerin çoğu harabe olmuş ve 1949 yılına gelindiğinde Nazi döneminin külleri üzerine inşa edilen Federal Almanya Cumhuriyeti doğudaki topraklarından mahrum kalmıştı.
Almanya’nın bu dönemde belki de en büyük şansı, ülkesini tavizsiz bir şekilde Batı ile bütünleştirmek isteyen Konrad Adenauer’in Şansölyeliğe seçilmesi oldu. 1950’deki Avrupa Konseyi üyeliği, 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Teşkilatı’nın kurulması, 1954’te Batı Avrupa Birliği ile NATO’ya giriş, Batı entegrasyonunun en somut yansımalarını teşkil etti. Böylece ülke; siyasal, ekonomik ve güvenlik açılardan rahat bir nefes alabildi.
Almanya’nın meşhur “ekonomik mucizesi” (Wirtschaftswunder) bu sürece paralel olarak ilerledi. Ekonomik model olarak sosyal piyasa ekonomisinin benimsenmesi ve “Herkes İçin Refah” (Wohlstand für alle) sloganı altında sanayi üretimi 1950-1963 yılları arasında reel olarak yüzde 185 arttı. 1960 yılında ise 150 bin işsize karşı 650 bin açık iş pozisyonu ile Almanya’da ilk defa tam istihdam sağlandı.
Bu realite Almanya’yı bir kez daha yabancı işçilere yöneltirken –zira 1955’te İtalya ile bir işgücü anlaşması yapılmıştı- 1960’ta Yunanistan ve İspanya ardından da 1961’de Türkiye ile bir işgücü anlaşması imzalandı. Benzer anlaşmalar daha sonra Fas (1963), Portekiz (1964), Tunus (1965) ve Yugoslavya (1968) ile yapılacaktı. Almanya ile Türkiye arasındaki bu anlaşma, ikili ilişkilere yeni bir boyut kazandırırken her ne kadar o dönemde kimse öngöremese de aynı zamanda Almanya’daki Türk diasporasının temelini atmış oluyordu.
Anlaşmanın arka planı 30 Ekim 1961 tarihli İşgücü Anlaşması, esasında Türkiye’nin girişimleri sonucunda imzalanabildi. Türkiye’yi anlaşmaya iten üç temel etken vardı: İlki, ülke nüfusunun 1960 yılında yüzde 28,5 gibi rekor bir artış hızıyla, sadece on senelik bir süreçte 20 milyondan 28 milyona çıkmasıydı. Hükümet, anlaşma ile bir anlamda işgücü ihraç ederek kendi işgücü piyasasının yükünü hafifletmeyi amaçlamıştı. İkincisi, Almanya’daki Türk işçileri vasıtasıyla ülkeye döviz girişinin sağlanmasıydı. Bu konuda gerçekten de bir başarı sağlanabildi. Örneğin; 1972 yılında ödemeler dengesinin 1,8 milyar mark açık verdiği Türkiye’ye, aynı yıl Almanya’daki işçiler vasıtasıyla 2,2 milyar marklık bir döviz girmişti. 1973 yılındaki döviz girdisi dış ticaret açığını kapatacak büyüklükteydi.
Üçüncüsü ise Almanya’daki işçilerin Türkiye’ye ‘geri döndüklerinde’ edindikleri bilgiler ile ülkenin modernizasyonuna katkıda bulunacakları öngörüsüydü. Zira anlaşmanın imzalandığı tarihlerde Türkiye’de çalışan nüfusun yüzde 77’si tarımla meşgul iken sadece yüzde 10’luk bir kesim endüstriyel alanda bir işe sahipti.
Diğer taraftan Almanya’nın ise anlaşma öncesinde bazı tereddütleri vardı. Özellikle dinsel ve kültürel farklılıktan dolayı Türk işçilerle yerli işçiler arasında sorunların çıkmasından çekiniliyordu. Ancak 1961 Haziranı’nda Berlin duvarının inşası ile doğudan gelen işçi akımı kesilince piyasanın ihtiyacı, çekincelere üstün geldi ve taraflar sadece 4 ay sonra Bad Godesberg’de iki ülke arasındaki ilişkileri çok katmanlı hâle getirecek olan anlaşmayı imzaladılar.
Göç süreci Anlaşmada Türk işçileri açısından azami olarak iki yıllık bir oturum söz konusu olmuş ve aile birleşimine hiç değinilmemişti. 1964 yılına gelindiğinde, özellikle Alman işveren derneklerinin baskıları sonucunda oturum süresini içeren madde kaldırıldı. Ancak aile birleşimi için 1973 tarihine kadar beklenildi. 1973 tarihi aynı zamanda Almanya’nın işçi alımını durdurduğu yıldı. Bu döneme kadar Almanya’da çalışmak için başvuruda bulunan Türk vatandaşlarının sayısı 2,6 milyondur. Başvuruları kabul edilenlerin sayısı ise 867 bin.
Almanya’ya giden ilk işçiler banyo, tuvalet mutfakların ortaklaşa kullanıldığı yurtlarda kaldılar. Dil sorunu nedeniyle temel ihtiyaçlarını dâhi zor karşıladılar. İlerleyen yıllarda ailelerin de Almanya’ya gelişiyle yurtların yerini ucuz ve düşük standartlı evler aldı ve zamanla büyük şehirlerde Türklerin yoğunlaştığı mahalleler oluşmaya başladı. 1961’de Almanya’daki yabancı işçilerin sadece yüzde 1’lik kısmını oluşturan Türkler, 1973 yılında ülkenin en büyük grubu hâline geldiler.
Tablo 1: Almanya’daki Yabancı İşçilerin Oranları
({cec4674fbe71dbeeba2e70f0860044238fe5a40d09ddb3d1ca9ef4190af26282}) Ülke 1961 1967 1973
Türkiye 0,97 9,54 22,96
Yugoslavya 2,39 7,78 17,69
İtalya 28,66 22,85 15,9
Yunanistan 6,13 11,12 10,28
İspanya 6,44 9,8 7,24
Portekiz 0,11 1,33 2,82
Diğer 61,42 37,58 23,11
Kaynak: WSI Report (2014)
 Esasında işçi alımının durdurulması Almanya’daki Türk varlığını kalıcı hâle getirmişti. Ancak ne Almanlar ne de Türkler bu gelişmeye karşı hazırlıklı değillerdi. Almanların göçmen realitesini kabul etmeleri uzun yıllar sürdü. 1984 yılında çıkartılan ve Türklerin belli bir ücret karşılığında ülkelerini dönmelerini amaçlayan “Geri Dönüşü Teşvik Yasası”ndan (Rückkehrförderungsgesetz) beklenilen sonuç alınmayınca günümüzde de hâlâ tartışılmaya devam edilen uyum politikalarına odaklanıldı.

1980’li yılların başından 90’lı yıllara kadar geçen süre zarfında ise Almanya’da yabancı düşmanlığı giderek artmaya başladı. “Tekne dolu” (Das Boot ist voll) ya da “Yabancılar dışarı” (Ausländer raus) gibi sloganlar sıklıkla duyulmaya başlarken şiddet olayları da baş gösterdi. 1992’deki Mölln saldırısında Türkiye kökenli üç kadın hayatını kaybederken, sadece bir sene sonra altı kişinin hayatına mal olan Solingen faciası ile bu saldırılar doruk noktasına ulaştı. Son olarak Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü’nün (NSU) 2000-2007 yılları arasında sekiz Türk vatandaşını öldürmesi göz önüne alındığında, Almanya’da bu konuda alınması gereken daha epey yolun olduğu aşikâr görünüyor.

Günümüz Almanya’sındaki Türkler Almanya’ya göçün 56. yılı itibariyle bu ülkede yaşayan Türklerin sayısı üç milyonu bulmuş durumda. Bu sayı Almanya’daki nüfusun yüzde 4’üne tekabül ediyor. Almanya’daki tüm göçmen kökenliler arasında ise bu oran yüzde 18. Sadece Türk vatandaşlığına sahip olanların sayısı 1,5 milyon civarında. Almanya’da doğan Türklerin sayısı da aynı şekilde 1,5 milyona yakın.

Kısa bir süre öncesine kadar “misafir işçi” olarak nitelendirilen Türkiye kökenli göçmenler sadece kalıcı olmakla kalmayıp aynı zamanda işveren konumuna da yükseldiler. Nitekim günümüzde büyük-küçük 95 bine yakın Türk işletmesi Almanya’da faaliyet gösteriyor ve 500 bin kişi bu işletmelerde istihdam edilmiş durumda. Söz konusu işletmelerin toplam yıllık cirosu ise 50 milyar euro.   Öte yandan her ne kadar Almanya’daki Türk toplumu özelinde uyum tartışmaları devam etse de edebiyattan; sanata; siyasetten; spora birçok alanda faaliyet gösteren Türkiye kökenli kişiler söz konusu. Yönetmen Fatih Akın, sanatçı Ayşe Erkmen, siyasetçi Aydan Özoğuz ve futbolcu Mesut Özil, Almanya çapında yakından tanınan isimlerden sadece bir kaçı.

Diğer olguları da göz önüne aldığımızda, günümüzde Almanya’daki Türkiye kökenli milyonların tüm sorunlara ve tartışmalara rağmen yaşadıkları ülkenin etken birer toplumsal kitle hâline geldikleri açık. (Kaynak:http://gocvakfi.org)

OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>http://www.ha-ber.com/turkiye/misafir-iscilikten-diasporaya-almanyaya-gocun-56-yili-h40465.html