İSTANBUL – Muhterem Dilbirliği
Almanya Başbakanı Angela Merkel 29 Ekim günü yaptığı basın açıklamasıyla, aralık ayında, Hamburg’da yapılacak olan CDU Federal kongresinde, CDU’nun federal genel başkanlığına aday olmayacağını, ancak Şansölye olarak 2021 yılındaki seçimlere kadar görevini devam ettireceğini açıkladı. Merkel, 2021 seçimlerinden sonra aktif siyasetten çekileceğini de ifade etti. Bu ifadeler sadece Almanya gündemine değil, esas itibarıyla tüm Avrupa ve genel olarak dünyada büyük yankı uyandırdı.
Merkel’in bu kararını gecikmiş bir karar olarak değerlendirenlerin yanı sıra, zamanlama itibarıyla yerinde ve doğru bir karar olarak da yorumlayanlar oldu. Esas itibarıyla baktığımızda, Eylül 2017’de yapılan federal parlamento seçimlerinden önce, CDU’nun başbakan adayının kim olacağı tartışmaları etrafında, Şansölye Merkel’in çekilmesi gerektiğini ifade edenler de vardı. Parti içi çekişmeler ve politik belirsizlikler içerisinde Eylül 2017 Bundestag seçimlerine Merkel’in liderliğinde giren CDU, seçimlerden birinci parti olarak çıkmasına rağmen tarihi bir kayıpla yüzde 26,8 oranında oy alabildi. 2013 seçimlerinden sonra SPD ile yapılan koalisyon, pek çok siyasi uzmanın görüşüne göre sadece SPD’yi zayıflatmamış, Almanya’da yaşanan siyasi çalkantılarda CDU/CSU kardeş partileri de nasibini alarak kan kaybetmişti. Bunun neticesi olarak Hristiyan birlik partileri Eylül 2017’de yapılan seçimlerde sadece oy kaybıyla değil, federal parlamentoda kaybedilen sandalye sayısıyla da gündeme oturmuştu. CDU/CSU’nun küçülmesi, aşırı sağcı AfD’nin beklenenden daha güçlü bir şekilde federal parlamentoda temsil edilmesinin önünü açmıştı. Bu sonuçlardan sonra, seçimden mağlup çıkan CDU’da, koalisyon görüşmelerinin bir dönem tıkanması üzerine, Merkel’in istifa etmesi gerektiği ortaya atılmış ve kamuoyunda bu yönde baskı yapılmaya başlanmıştı.
Alman Yeşiller Partisi ile Hristiyan birlik partileri arasında 2017 yılı sonunda yapılan koalisyon görüşmelerinde başarı sağlanamaması üzerine ortaya çıkan siyasi belirsizlik içinde konumunu koruyamayacak duruma düşen Merkel, kendisini tam bir siyasi yalnızlığın ortasında bulmuştu. Tam seçimlerin yenilenmesinden bahsedilirken, Almanya Cumhurbaşkanının devreye girmesiyle CDU/CSU/SPD büyük koalisyonu kurulmuş ve seçimlerin yenilenmesinin ve dolayısıyla Merkel’in siyasi hayatının sonlanması önlenmişti bir bakıma. Ancak, koalisyon görüşmesi esnasında ve sonradan CSU genel başkanı ve aynı zamanda hükümette içişleri bakanı olan Horst Seehofer ile yaşanan tartışmalar, CDU parlamento grubunda desteklediği kişinin seçilememesi, Merkel’in parti ve hükümet içindeki gücünün artık eskisi gibi olmadığının göstergesiydi. İki büyük eyalette, Bavyera ve Hessen’de iki hafta arayla yapılan seçimlerde alınan ağır yenilgide, birlik partileri eyalet temsilcilerinin federal hükümeti sorumlu tutması üzerine, aylardır süren bir tartışmaya Merkel’in kendisi tarafından nokta kondu. Ve Merkel 18 yıllık CDU genel başkanlık görevinden aralık ayındaki genel kurulda ayrılacağını ifade etti.
Şimdi ne olacak?
Herkesin sorduğu soru, “şimdi ne olacak?” sorusu. Merkel, yaptığı basın toplantısında aslında açıkça her şeyi söyledi ama, yapılan yorumlar, getirilen eleştiriler, Merkel’in ifade ettiği gibi öyle kolay olmadığını ortaya koyuyor. Alman Liberal Parti, FDP lideri Lindner, Bayan Merkel’in yanlış görevi bıraktığını, asıl, başbakanlık görevini bırakması gerektiğini ifade etti. Merkel’e getirilen eleştiriler de bu yönde. Yıllarca, parti genel başkanlığı ile başbakanlığın aynı kişide olması gerektiğini ifade eden Merkel, şimdi kendi prensiplerini çiğner duruma geldi.
Bir yandan Merkel’in aralık ayında genel başkanlığı bırakması tartışılırken, aynı davranışı diğer koalisyon ortağı partilerden bekleyenler, Alman siyasetinde hiç de azımsanmayacak bir sayıda. Merkel’in bu hareketinin, diğer koalisyon ortağı olan CSU ve SPD’yi zor durumda bıraktığı kesin. Önümüzdeki günler CSU ve SPD içerisinde de değişikliklere gebe görünmekte. İç istihbarat kurumu başkanı Maassen olayından dolayı bu günlerde oldukça zor durumda olan CSU lideri Horst Seehofer, kasım ayı ortalarında siyasi geleceği ile ilgili verdiği kararı açıklayacak. SPD’de henüz bir hareketlilik görünmese de taban kaynıyor. Yüzyıllık parti şu anda neredeyse her eyalette sıradan bir parti durumuna geldi. Bu da şu anki SPD lideri Andrea Nahles’i zor durumda bırakıyor.
Merkel’in çekildiğini açıklaması ile bir anda genel başkan adayları ortaya çıktı. Bunlar; eski Parlamento grup başkanı Frederich Merz, Federal Sağlık Bakanı Jens Spahn ve halen CDU genel sekreteri olarak görev yapan ve 2011 ile 2018 yılları arasında Saarland eyaleti başbakanlığını yürüten Annegret Kramp-Karrenbauer. Merkel’in genel başkanlıktan ayrılma kararından önce parti içinde yaşanan çalkantılarda sürekli adı geçen Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başbakanı Armin Laschet ve Federal Tarım Bakanı Julia Klöckner ise sürpriz bir şekilde açıklama yaparak aday olmayacaklarını açıkladılar. Laschet’in sadece genel başkanlık için değil ama genel başkanlıkla birlikte federal başbakanlık adaylığı söz konusu olursa aday olabileceğini belirtmesi hayli ilginç. Uzun süredir Merkel’in parti içindeki en muhalif rakiplerinden olan Klöckner’in ise şu aşamada aday olmayacağını açıklaması, CDU içerisindeki siyasi kavganın henüz yeni başladığı anlamına geliyor. Hem Laschet, hem de Klöckner CDU’da genel başkan yardımcısı olarak görev yapmaktalar ve bilhassa Klöckner’in delegeler nezdinde ve parti tabanında hatırı sayılır bir desteğinin olduğunu söylemek mümkün.
Adayların profili düşündürücü
Merkel’in basın toplantısı biter bitmez, CDU’nun Aralık ayında Hamburg’da yapılacak olan genel kurulunda başkan adaylığını ilk olarak açıklayan Friedrich Merz hayli ilginç biri. Özellikle 2009 yılında Merkel’in karşısında duramayarak aktif siyasetten çekilen Merz, Merkel’in olmadığı bir ortamda şimdi CDU’nun kurtarıcısı olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Aktif isyaset yaptığı dönemde CDU içerisinde aşırı sağın temsilcisi olarak kendini gösteren Friedrich Merz ile ilgili akıllarda kalan konulardan biri, 2001 yılında “deutsche Leitkultur=Alman Öncü Kültür” ifadesini ortaya atmasıydı. Bugün bile Alman siyasetinde zaman zaman kullanılan tartışmalı bu kavram, Almanya’ya gelen ve burada yaşayan yabancıların, Alman kültürüne uyum sağlaması gerektiğini anlamını ifade ediyor.
Eski tüfek Merz’in CDU’dan ve aktif siyasetten ayrıldıktan sonra çalıştığı yerler ise hayli ilginç. Siyaseti bırakan Merz’in o yıllarda ilk durağı, Almanya ve ABD arasında siyasi ve iktisadi senkronizasyonu sağlamak üzere 1950’lerde kurulan “Atlantikbrücke = Atlantik Köprüsü”dür. Almanya’da, Amerika ile iktisadi, mali, eğitim ve askeri siyasi alanlarda ortak işbirliğini hedefleyen, gönüllülük esasına göre faaliyet gösteren organizasyonun bugünkü başkanı Friedrich Merz’dir. Merz, bu görevle dünyadaki Amerikan yanlısı elitlerin içerisinde yer almaktadır.
Merz’in, Atlantikbrücke organizasyonuna dahil olmasıyla hayat hikayesine kattığı serbest piyasa faaliyetleri, onun hem zenginleşmesine, hem de Avrupa ve ABD ekonomi dünyasında yer edinmesine sebep oldu. Avukat olarak mesleğini icra ettiği ABD merkezli büyük hukuk bürolarını bir kenara bırakırsak, Merz’in icra kurulunda ya da denetim kurullarında yer aldığı, AXA, Commerzbank, BASF, HSBC, Trinkhaus u.Burkhardt AG, Almanya Borsaları gibi ekonomi devlerindeki çalışmaları, onun, siyaset sonrası hayat hikayesini hayli ilginç kılmaktadır. Merz, adaylığını açıklamadan önce ise dünya çapında faaliyet gösteren ve 6 trilyon dolarlık bir fona sahip olan Black Rock şirketinin Almanya şubesinde üst düzey yöneticisiydi. Geçmişte partinin sağ kanadına mensup olan Merz, ironik bir şekilde yeni dönemde Neo-Liberal, AfD’ye giden oyları geri toplayacak ve partiyi kurtaracak tek kişi olarak medyada pazarlanıyor.
Diğer erkek aday, şu anki Merkel hükümetinin federal sağlık bakanı ve aynı zamanda CDU’nun genel başkan yardımcısı Jens Spahn. O da partinin sağ kanadına dahil. Uzun yıllar Maliye bakanlığında müsteşar olarak görev yapan Spahn, CDU’da uzun yıllar Helmut Kohl’ün sağ kolu olarak çalışan Wolfgang Schaeuble’nin prensi olarak biliniyor. Jens Spahn’ın genel başkanlık için iki dezavantajı öne çıkıyor. Gençliği ve siyasi alandaki tecrübesizliği. Bu toyluk ve tecrübesizliğin CDU içerisinde ne anlama geldiğini ifade etmek için, onu destekleyen Wolfgang Schaeuble’ye bakmak gerek. Schaeuble, 1972 yılından beri federal parlamentoda milletvekili ve bu tarihten çok önce aktif siyaset içerisinde. Spahn da partinin yenilenmesi gerektiğini söylüyor.
CDU genel başkanlık yarışı için adaylığını şimdiden açıklayan son aday ise Annegret Kramp-Karrenbauer. Kramp-Karrenbauer Şubat 2018’de Berlin’de yapılan parti kongresinde, delegelerin yüzde 99’unun oylarını alarak CDU’nun genel sekreteri seçildi. Şubat kongresinde oldukça hareketli bir konuşma yapan Kramp-Karrenbauer, “yapabilirim, istiyorum ve olacağım” diyerek, parti genel sekreterliğine aday olmuştu. Saarland eyaletini 2011-2018 yılları arasında 7 yıl yöneten Kramp-Karrenbauer için ‘henüz hükümete ve Berlin’e alışamadı’ eleştirileri yapılsa da, Merkel’in desteğini de arkasına alan Kramp-Karrenbauer’in genel başkanlık için şanslı olduğunu söylemek mümkün.
Ancak her üç adayın da düşük profilli olması, parti tabanında şimdiden bir rahatsızlık oluşturmuş durumda. Her üç adayın da aktif siyasette eskimiş yüzler olması, CDU tabanını 2021 federal parlamento seçimlerinde başbakanlığın da elden gitmesi endişesine sevk ediyor. 2003’teki seçimlere CSU başbakan adayı Edmund Stoiber ile giren Hristiyan birlik partileri, o dönemde seçimi kaybetmişti. O dönem çiçeği burnunda CDU başkanı olan Merkel, 2003 seçimlerinde başbakanın kim olacağı tartışmasında Stoiber’e karşı kaybetmişti.
Başbakanlık meselesi
Merkel, geçen hafta başındaki basın toplantısında, aralık ayında genel başkanlığı bıraksa bile, Şansölye olarak 2021 yılına kadar görevini devam ettireceğini ifade etti. Bu ifadeler Merkel’in açıklamasında en çok eleştirilen noktalardan biri. Daha önce defalarca parti genel başkanlığı ile şansölyeliğin aynı kişide olması gerektiği fikrini savunan Merkel, şimdi çok eleştirdiği Schröder’in durumuna düştü ve arkasında siyasi bir destek olmaksızın hükümetin başında yer alacak. Spahn ya da Merz’in genel başkan olmaları durumunda, Merkel’in başbakanlık koltuğundan da olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Bu durumda Merkel için tek şans Kramp-Karrenbauer’in genel başkanlığa seçilmesi.
Merkel, başbakanlığı bırakmamasının gerekçesini iki noktada topladı. İlki, hükümet olarak almış oldukları vazifeyi sonuna kadar yüreteceklerini, siyasatten ziyade icraate odaklandıklarını, ikinci olarak ise bu aşamadaki olası bir başbakan değişikliğinin Avrupa genelinde ve AB politikalarının uygulanması açısından olumsuz etkisinin olacağını ifade etti. Aslına baktığımızda, Merkel’in aralık ayında genel başkanlığı bırakması, 2019 yılında Almanya’da yeni seçimlerin olacağı ihtimalini taşıyor. Koalisyon görüşmelerinin tıkanması sonrası erken seçimleri riske edemeyen Alman siyaseti, içi boş bir koalisyon sözleşmesiyle zoraki olarak hükümeti kurmuşlardı. Bavyera ve Hessen eyaletlerinde yapılan seçimlerde oylarını önemli ölçüde arttıran Yeşiller Partisi’nin, bu zoraki birlikteliğe son vermek için elinden geleni yapacağı kesin. Bu şekilde, eyaletlerde yakaladığı başarıyı, Bundestag’a taşımaya kararlılar. Son yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, Yeşillerin federal parlamento seçimleri için oy tahminleri yüzde 20’lere yaklaşmış ve partiyi ikinci büyük parti konumuna getirmiş durumda.
Merkel’in başbakan olarak kalması, sadece CDU’ya seçilecek genel başkanın kim olacağına da bağlı değil. Aynı şekilde birlik partilerinden CSU da kaynayan bir kazan. SPD’de ise tabanda Merkel’in basın toplantısı sonrası hükümetten çekilme çağrıları yoğunlaştı. Bilhassa, SPD gençlik teşkilatı olan JuSo, koalisyondan çekilme çağrıları yapıyor. SPD genel merkezi bu çağrılara direnmeye çalışıyor, ancak bir yandan da koalisyon kurulurken alınan karar doğrultusunda, 2019 sonunda üyelerinin oylarına başvurarak hükümette kalıp kalmama tercihinde bulunma konusunda da kararlılar. Koalisyon kurulurken SPD üyelerinin yüzde 50’yi biraz geçen bir oranda CDU ile koalisyona destek verdiğini hatırlayacak olursak, tabandan gelen baskıya dayanamayan bir SPD’nin hükümetten çekilmesi de gündeme gelebilir. Bugünlerde koalisyondan çekilme kararında ısrarcı olan ve 2019 yılında yapılacak olan oylamanın derhal yapılmasını isteyen SPD gençlik teşkilatı JuSo, koalisyon kurulurken karşı kampanya yapmış ve koalisyona karşı çıkmıştı.
Merkel’in Şansölye olarak zamanı doldu!
Merkel’i başbakanlık konusunda zor durumda bırakacak bir eleştiri de eski başbakanlardan Gerhard Schröder’den geldi. Schröder, eğer Merkel başbakan olarak devam etmek istiyorsa güvenoyuna başvurması gerektiğini ifade etti. Schröder, Merkel’in ancak bu şekilde arkasında parti desteği olmayan başbakanlığı güçlendirebileceği iddiasında bulundu, arkasına partisinin desteğini alamayan bir başbakanın güçsüz olacağını söyledi. Güvenoyu oylamasının, şu an hem hükümet için hem de Almanya için siyasi istikrarsızlık tehlikesi taşıyan kardeş parti CSU’yu da hükümete bağlayacağını söyledi. Schröder’in Merkel’in başbakanlığı hakkındaki iddiaları ise hayli ilginç: “Merkel zamanını doldurdu”
CDU’nu başına kim gelirse gelsin, asıl sorun Avrupa siyasetinde yaşanacak gibi duruyor. Önümüzdeki yıl İtalya’yı bekleyen kriz ve bu krizi atlatmak için avro bölgesinin alacağı tedbirler önemli. Avro bölgesi için 2019 yılı tamam ya da devam yılı olmaya aday. Şimdiye kadar alınan kararlarla avro bölgesinin ayakta kalmasında büyük rol oynayan Merkel’in, bundan sonra diğer AB üyesi ülkeler üzerinde nasıl etki edeceği merak konusu. İçeride, arkasındaki siyasi desteği kaybetmiş bir Merkel’in gerek avro bölgesi ülkeleri tarafından, gerekse de AB ülkesi diğer ülkeler tarafından kabul görmesi, sözünün dinlenmesi hayli zor görünüyor. Bilhassa Macron ile AB içerisinde yeni bir ses olmaya çalışan, ancak Merkel’in siyasi manevralarıyla sesini duyuramayan Fransa’nın, bundan sonra daha gür sesle ortada dolaşmaya başlaması uzak bir ihtimal değil.
Dünyayı sarsan 2008 ekonomik krizinden beri, gerek ülke içerisinde gerekse de AB içerisinde, Almanya’nın ekonomik bağımsızlığını korumak için çok çalışan Merkel, aldırdığı tedbirlerle ya da uygulamaya koyduğu yöntemlerle, hem Alman ekonomisini, fonların elinde oyuncak olmaktan kurtardı, hem de avro bölgesinin şimdilik nefes almasını sağladı. İçeride issizlikle mücadelesi takdire şayandı. ABD orijinli kredi değerlendirme kuruluşlarının tehditlerine kulak asmadı. Onları kendi kredi derecelendirme kuruluşlarını kurmakla tehdit etti. Öte yandan tüm dünyanın aksine Rusya ile ilişkileri belirli bir düzeyde tutarak, Avrupa’da siyasi krizlerin göreceli olarak baskılanmasını sağladı. ABD ile AB arasında Transatlantik anlaşmalarının yapılmasını engelleyerek, ABD ile AB’nin entegrasyonunun önünü tıkadı. Göçmenler konusunda da oldukça olumlu bir yaklaşım sergileyen Merkel’in 2015 Eylül ayında Avrupa’yı boydan boya geçerek Almanya’ya gelen Suriyeli göçmenleri kabul etmek için verdiği uğraşlar halen hafızalarda. Suriye iç savaşından beri Almanya’ya gelen Suriyeli mülteci sayısı 800 bini aşmış durumda. Son üç yılda ülkeye gelen mültecilerin yüzde 25’i iş gücü olarak ekonomiye kazandırılmış durumda.
Partiyi 26 yıl yöneten Helmut Kohl’ün 1998 yılında çekilmesinden sonra, Schaeuble’nin genel başkanlığı döneminde, CDU genel sekreterliği görevini yürüten Merkel, 2000 yılında aldığı CDU genel başkanlık görevini önümüzdeki aralık ayında bırakacak. Merkel, başbakanlığı ise 2005 yılından itibaren yürütüyor. Bu süreç içerisinde pek çok eleştiriye maruz kalan Merkel, her şeye rağmen CDU’yu siyasi olarak muhafazakar ve merkezi bir çizgide tutmaya çalıştı. Koalisyon ortağının ve diğer siyasilerin aksine, Türkiye ile diplomatik ilişkileri hep sıcak ve dengede tutmaya çalıştı. Gerek parti içinden, gerekse de CSU tarafından mülteciler konusunda yapılan eleştirilere rağmen, paylaşmacı bir söylemle mültecilerden yana tavır aldı. Göçmenler ve mülteciler konusunda siyasi olarak kamuoyu önünde yapılan bu tartışmalar, kendisinin eleştirilmesine, hatta mülteci ve göç karşıtı PEGİDA protesto gösterilerinde darağacı ile tehdit edilmesine kadar vardı. Partisi oy kaybetti ve nihayet Merkel baskılara dayanamayarak genel başkanlığı bırakacağını açıkladı.
CDU’nun çizgisinde ve uygulayacağı politikalarda büyük bir değişiklik olmaması için Merkel’in Kramp-Karrenbauer’i destekleyeceği ve bu şekilde 2021 yılına kadar hükümetin başında kalarak koalisyonu bu tarihe kadar yürütmeye çalışacağı tahmin ediliyor. Bununla beraber muhtemel siyasi gelişmeler Merkel’i aralık sonrasından itibaren zor durumda bırakabilir. Merkel’in desteklediği adayın CDU genel başkanı olması halinde bile, başbakanlık garanti değil ve diğer koalisyon ortağı siyasi partilerin alacakları tavırlara ve bu partilerde yaşanacak gelişmelere bağlı. Önümüzdeki yıl Avrupa parlamentosu seçimleri var. Ayrıca Almanya’da mayıs ayında pek çok eyalette yerel seçimler yapılacak. Aralık ayında yeniden karılacak olan kartlar, Mayıs 2019’daki seçim sonuçlarına göre yeni bir şekil alabilir.
Merkel’in devam edip etmeyeceğini öğrenmek için aralık ayındaki CDU parti genel kurulunu beklemek gerekiyor. Aslında kim seçilirse seçilsin, Merkel sona gelmiş durumda ve bunu kendisi de biliyor.
[Muhterem Dilbirliği Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde çalışmalarını sürdürmektedir]