Geleneksel olarak Avrupa‘nın “istikrar” kaynağı olarak görülen ve kıtanın genel politikalarına yön verme kapasitesi bulunan bu ülke liderlerinin karşılaştığı siyasi karmaşa, birlik genelinde sıkıntılara yol açma ihtimalini de beraberinde getiriyor. Avrupa’nın “4M”si May, Merkel, Macron ve Michel’in ülkelerinde tekrar güçlü pozisyonlara gelip gelemeyeceği merak konusu olmaya devam ediyor.
Theresa May
İngiltere ile AB arasında geçen ay sağlanan Brexit anlaşması, referandum sonrasında David Cameron’ın yerini alan İngiltere Başbakanı Theresa May‘in koltuğunu sallayan en önemli etken oldu.
Temmuz ayında açıkladığı yeni Brexit yaklaşımının ardından kabinesinde yaşanan istifalarla gücü azalan May’e, Brexit anlaşmasında AB üyesi İrlanda Cumhuriyeti ile İngiltere’nin parçası olan Kuzey İrlanda arasında Brexit sonrasında fiziki sınır oluşmasını engellemeyi amaçlayan “tedbir maddesi” önemli darbe vurdu.
Ülke genelinde ciddi muhalefetle karşılaşan anlaşmayı İngiliz parlamentosunun onayına sunmayı erteleyen May’e karşı lideri olduğu Muhafazakar Parti içindeki muhaliflerin güven oylamasına gidilmesi için gereken imza sayısına ulaşmasıyla dün akşam oylama gerçekleşti. Başbakan May, parti içi güven oylamasını 117’ye karşı 200 oyla kazandı.
May gelecek bir yıl boyunca benzer bir oylamaya tabi tutulamayacak ve bu nedenle zaman kazanmış olacak ancak May’in mevcut koşullarda AB ile sağladığı Brexit anlaşmasını İngiliz parlamentosuna onaylatmasının zor bir ihtimal olması, başbakanın geleceğini sorguya açıyor.
Angela Merkel
Sadece Avrupa değil, dünya genelinde “en güçlü kadın lider” imajına sahip Angela Merkel’in gücünü kaybetmeye başlamasını 2015’te kapılarını göçmenlere açma kararına kadar geriye götürmek mümkün görünüyor. Ülke genelinde yoğun eleştiri sebebi olan göçmen politikası, yakın zamanda koalisyon ortakları Hristiyan Demokrat Birlik Parti (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) arasında krize yol açarak hükümeti dağıtma noktasına getirmişti. Bu krizden kısa bir süre sonra Merkel 2000 yılından beri yürüttüğü CDU partisinin liderliğini bırakma ve başbakanlıkta görev süresi dolduktan sonra 2021 yılında yeniden yarışmamama kararı aldı. CDU’nun yeni genel başkanı Merkel’in gayrıresmi adayı Annegret Kramp-Karrenbauer oldu. Uluslararası basın kısaca AKK olarak hitap ettiği Karrenbauer’i “mini-Merkel” olarak tanımlasa da Merkel ve AKK arasında görüş ayrılığı oluşması durumunda, Merkel’in 2021’e kadar başbakanlık görevini sürdürme isteği tehlikeye girebilir. Diğer yandan, Merkel’in liderliğinde CDU, CSU ve Sosyal Demokrat Partisinden (SPD) oluşan koalisyonun oldukça kırılgan olduğu değerlendiriliyor. Almanya’da eylül ayında düzenlenen genel seçimlerde koalisyon partilerinin oy kaybına uğraması ve aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin yüzde 13,2 oy oranı alarak Federal Meclise girmeyi başarması siyasi istikrarı zorluyor. Öyle ki İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük seçim hezimetini yaşayan SPD’nin bazı üyeleri koalisyondan ayrılma seçeneğini sıklıkla gündeme getiriyor. AfD’nin gelecek yıl düzenlenecek eyalet seçimlerinde, özellikle Saksonya’da başarı sağlaması halinde, CDU’nun daha fazla kan kaybetmemek için Merkel’in görevini daha erken sonlandırma isteğinin gündeme gelebileceğini göz ardı etmemek gerekiyor. Bu ihtimaller ülkeyi erken seçime götürme riskini beraberinde getirmenin yanı sıra Merkel’in 2021’e kadar görevde kalma isteğini tehlikeye atabilecek unsurlar olarak ön plana çıkıyor.
Emmanuel Macron
Avrupa’da liderlik rolünü Almanya Başbakanı Merkel’den devralma ihtimali en yüksek kişi Fransa’nın yaklaşık 1,5 yıllık Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron olmuştu. Ancak Avrupa’da ve ülkesinde önemli reform gündemiyle dikkati çeken Macron’un şöhreti uzun ömürlü olmadı. Fransa genelinde akaryakıt zamları ve genel ekonomik koşulları protesto eden “sarı yeleklilerin” sokağa dökülmesi ve şiddet içeriği yoğunlaşan protestolar nedeniyle Macron görev süresi boyunca karşılaştığı en ciddi siyasi krizle başa çıkmaya çalışıyor. “Macron istifa” sloganında birleşen ve beşinci kez tekrar sokağa çıkması beklenen protestoculara Fransa genelinde destek yüzde 80’i geçerken, Macron’un popülaritesinin yüzde 18’lere kadar gerilediği görülüyor. Diğer yandan, muhalefetteki sol partilerin Macron hükümetine karşı meclise gensoru önergesi sunma hazırlığında olduğu belirtiliyor. Fransa’da bir sonraki genel seçimlerin 2022’de yapılması öngörülüyor ancak Macron’un açıklamalarını ve attığı adımları yetersiz bulan “sarı yeleklilerin” protestolarının daha fazla devam etmesi, ülkenin ciddi bir kriz ortamına sürüklenme ve Macron’un cumhurbaşkanlığını ciddi riske atma ihtimalini artırıyor.
Charles Michel
Geleneksel olarak Fransa ve Almanya’nın birlik politikalarına yakın duran Belçika’da ise Başbakan Charles Michel hükümetini Birleşmiş Milletler (BM) Küresel Göç Mutabakatı’na verilen destek tehlikeye sokmuş durumda. Michel’in göç mutabakatını imzalayacağını duyurmasının ardından üç partili koalisyonun milliyetçi ortağı Yeni Flaman İttifakı (N-VA) koalisyondan çekildi. Michel, Belçika Kralı Philippe’in onayıyla istifa eden N-VA’lı bakanların yerine koalisyon ortağı partilerinin üyelerinden atamalar yaparak azınlık hükümetini sürdüreceğini açıkladı. Ancak N-VA ve muhalefet partileri Yeşiller ile Flaman Sosyalist Parti (SP.A) azınlık hükümetine karşı güvenoyuna gidilmesi konusunda ısrarcı. Başbakan Michel ise hükümeti güvenoyunu almakta zorlanacağı için karşı çıkıyor. Michel’in yasal olarak güvenoyu talebini kabul etme zorunluluğu bulunmuyor ancak siyasi olarak kabul etmemesi, halihazırda mecliste muhalefet partilerinin 96 sandalyesine karşı 52 sandalye bulundurabilen Michel’in liderliğindeki koalisyonun, gelecek yıl düzenlecek seçimlere kadar iktidarda kalıp kalamayacağı konusunu yoğun tartışmaya açıyor.
AB’yi yıpratma potansiyeli
AB’nin önde gelen ülkelerindeki siyasi istikrarsızlığın tüm birliği etkileme potansiyeli bulunuyor.
Birlik, bir yandan kıta genelinde yükselen aşırı sağcı akımla boğuşurken, diğer yandan Brexit sürecinin yarattığı belirsizlik ve sıkıntıyla başa çıkmaya çalışıyor.
Verimli bir mücadele için hala somut bir politika üretilemeyen yasa dışı göçmenler konusu ise üye ülkeler arasındaki bölünmüşlüğü perçinlemeye devam ediyor.
Ekonomik alanda reform sürecinde yaşanan tıkanıklık ve Brüksel’deki ağır bürokratik yapının getirdiği hantallığı aşma kapasitesi bulunan liderlerin yaşadığı sıkıntılar da göz önünde bulundurulduğunda, birliğin önde gelen ülkelerindeki siyasi krizlerin AB’yi de genel anlamda olumsuz etkileyeceği değerlendiriliyor.