Günlük bir hayatımız vardı. Her gün gitmek zorunda olduğumuz işimiz, her sabah erken kalkma derdimiz, çocukları okula hazırlayıp götürmelerimiz, koşturmalarımız, telaşelerimiz vardı. Sonra Korona girdi hayatımıza. Önce inanmadık, yine kurgudur dedik, ciddiye almadık. İki üç gün sonra geçer dedik. Ama geçmedi. Korona tamda hayatımızın ortasına oturdu. Hayatımızla birlikte tüm dünya onun etrafında döner oldu. Göremeyeceğimiz kadar minicik bir virüs, hayatımızı alt üst etmekle kalmadı, tüm dünyadaki dengeleri bozdu, koskoca ülkeleri çaresi bıraktı, bizleri de evlere hapsetti.
Ne de güzel planlarımız vardı. Tatile gidecektik, gezecektik, tozacaktık, alışverişler yapacaktık. Belki de işlerimizi büyütüp küçük büyük yatırımlar yapacaktık. Korona, bu planlarımıza şimdilik el koydu. İşyerleri kapandı, okullar kapandı, kafeler, restoranlar, çarşılar, vs. hep kapandı. Şimdi ne olacak diye büyük bir belirsizlik, korku ve endişeyle mücadele ederken, üstüne bir de Korona yüzünden şimdiye kadar hiç farkına varamadığımız o değerli özgürlüğümüz elimizden alındı. Kurallar üstüne kurallar, yasaklar üstüne yasaklar güncel hayatımızın şeklini belirler oldu. Hemde öngöremediğimiz bir süre için.
Ne kadar zormuş, alışılmışın dışında bir hayata alışmak zorunda kalmak. Keyfimiz istediğinde çarşıya çıkıp alışveriş yapamamak, daraldığımızda arkadaşlarımızla bir kahve içememek, oturup karşılıklı sohbet edememek. Ne kadar zormuş, nefes alamamak, bir eve tıkılı kalmak, tüm ev halkıyla geçinmek zorunda kalmak. En sevdiğimiz büyüklerimizle, torunlarımızla, sevdiklerimizle bir araya gelememek. Ailesi olmayanlar, keşke bir ailem olsaydı da bu günleri yanlız geçirmeseydim diye iç geçirirken, ailesi olanlar ise bu süreçte büyük bir mücadele vererek gerçek bir aile olmanın sorumluluklarıyla baş etmek zorunda kaldı.
Çoğumuz, dünyada haksızlığa uğrayanların ahımı bu diye düşünmeden kendimizi alamadık. Birileri açken, ağlarken, yersiz yurtsuz perişan durumdayken, biz özgürlükler ve zevküsefa içinde yaşayıp gidiyorduk. Buna rağmen yine de hep bir şikayet içindeydik. Hep bir gösteriş, hep bir hırs, hep bir şımarıklık ve duyarsızlık içinde oyalanıp duruyorduk. Ve hep bir kaçış içerisindeydik, gerçeklerimizden ve insan olarak yaratılmanın sorumluluklarından. Korona ise bizi bunlarla baş başa bıraktı.
Korona bizden çok şey aldı. Ama Korona bize çok şey de öğretti. Korona bize gerçek korkuyu, gerçek endişeyi öğretti. Korona bize her an ölümle burun buruna olmanın nasıl bir duygu olduğunu öğretti. En gelişmiş ülkelerde dahi, hiçbir yerde güvende olmadığımızı öğretti. Sağlığın ne kadar değerli olduğunu, inanmanın ve sabretmenin gücünü öğretti. Korona bize dostlukların kıymetini, kırgınlıkların, öfkelerin ne kadar anlamsız olduğunu, hayatın ve hayatımızda var olanların ne kadar değerli olduğunu öğretti.
Korona bize, aslında sahip olduğumuz hiçbir şeyin bizim olmadığını öğretti. Maddi değerlerin ne kadar anlamsız, paylaşmanın, dayanışmanın ne kadar güzel duygular olduğunu biz insanlara yaşatarak öğretti. Hayatımız pahasına da olsa, insanlara hizmet etmenin, insan kurtarmanın, yardım etmenin, vefanın, birlik ve beraberlik duygusunun tüm maddi değerlerin üzerinde olduğunu öğretti. Aslında sahip olduklarımızın, bizim değil, hepimizin olduğunu öğretti.
Bu anlamda aslında her birimiz kendimizi bu süreçte, hem Korona’yla hem de kendimizle bireysel bir mücadelenin içinde bulduk. Devletler küresel ve toplumsal mücadeleler verirken, bizler ise bireysel zorluklarla mücadele ettik. En önemlisi de Koronayla mücadele ederken geçmişin ve geleceğin muhasebesini yaptık. Hayatımızı yeniden formatladık bir nevi ve hayattan beklentilerimizi. Bugünlük silkelendik ama atlatınca unuturmuyuz yeniden bilemem. Çünkü insan unutandır.
Şu an bir rüyadayız gibi. Sanki her an uyanacağız bu rüyadan ve herşey yine normale dönecek. Ama herşey eskisi gibi mi olacak, onu birlikte yaşayacağız ve göreceğiz. İnşallah.
Sevda Yıldırım – Sosyolog