İRFAN ÖZFATURA

Geldi geliyor derken kış göründü. Hoş eskisi gibi, odun kırmayacak, kömür taşımayacağız. Sadece kombinin kulağını petek işareti olan tarafa kıvıracağız.
Memlekete soba Abdülhamid Han devrinde yayılır. Görenler şaşırır. “Şuna bakın hele, duman yok odada.”
Udebadan biri sorar “Ne derler buna?”
-Soba.
-Anında döktürür: “Tûbâ… Sümme tûbâ. / limen kâne fî beytihî sûba!” (Müjdeler olsun, tekrar müjdeler olsun, o kimseye ki, evinde soba var.)
-Peki ya mangal?
Biz o günleri pek bilmeyiz. Fakat yaşayan birini tanıyorum galiba.

AHŞAP, KAFES, CUMBA
Söz bundan sonra E. Alb. İlhan Apak’ta, bakalım neler anlatacak okuyucularımıza: Efendim biz Manisa Kulalıyız. Mangallı bir evde doğduk, büyüdük, çok hatıram var bu hususta. Sac mangallar umumiyetle dörtgen olur ve dört ayak üzerinde durur. Bakır ve pirinçler ise ovaldir. Etrafına çember geçirir, üzerine kapak koyarlar.
Mangalın yakımı da, bakımı da emek ister. Şimdi tehlikeli değil mi diye soracaksınız. Evet bazı şeyleri bilmek lazım, karbonmonoksitin şakası olmaz. Bi kere mangal ayakları ölçülü olmalı, yükseğin devrilme ihtimali var, alçaklar altındaki halıyı, kilimi yakar. Gece yatarken mutlaka kapatmalı ne olur, ne olmaz, bakarsın kıvılcım atar.
Kula eşrafı kömürü (odun kömürü) yazdan alır, iyisini seçip koyar kenara.
İyisi derken “çiğ” olmasın yeter. Ege’de tam yanmamış kömüre “mastık” derler, is yapar, pis kokar. Meşe ve portakal ağacının kömürleri iyi dayanırlar.

AVLU HAYAT SOFA
Mangallar umumiyetle avluda yakılır. Dibine biraz kül konur. Sonra kömürler dizilir araya gaza bulanmış bir çaput ya da çıra parçası sıkıştırılır. Çakarsın muhtar çakmağını, haydi Bismillah!
Kömürler ya yelpazeyle yellenip tutuşturulur, ya da üzerine yarım boru konur, hava akımı oldu mu kendi yanar. Erbabı, kömürleri maşayla evirip çevirir, bir çatırtı kopar ki nasıl anlatıla. Ne zaman ki mavi alev bitti (zehirlidir aman) alırlar odaya.
Mangal sadece ısıtmakla kalmaz keyif verir insana. Diyelim güveçte kuru fasulye pişirdiniz, ocaktan indirir, küle gömersiniz. İnceden tıkırdayıp kıvam alır. Pilavı da sarar sarmalar yanına korlar, için için dem tutar.
Yemek bitti, burnunuzda nasıl bir kahve kokusu, tiryakiler kıvranmaya başlar.

HATIRI KIRK YIL
Kahveyi kaynanalar yapar, gelinleri kurtarırlar. Cezveler birlik, üçlük, beşlik olur, yediliklere pek bakma.
Debriyajın kavrama noktası gibi cezvenin de kaynama noktası vardır. Cızıldamaya başladı mı dikkat. Erbabı indirip kaldırarak ayarı bulur, önce birer taşım dağıtır fincanlara. Taksimatta adalet önemlidir, köpük müsavi olmalıdır mutlaka.
Ha bu arada söyleyelim, kahveyi çiğ alır, evde kavururlar. El değirmeni ile çeker, kavanoza alırlar. Üç beş pişimlik mutfak rafına konur, diğerleri saklanır sandıkta.
Efendim şimdi kahveler içildi. Çocuklar defterlerini yere yayar, ödevlerini yapar lamba ışığında. Elektrik yoktur, olanda cansızdır, ah o voltajlar!
Ne zaman ki tıfıllar gözünü ovmaya başlar, dede “bir mısır patlatın da uykular açılsın” der emirvari bir tonla. Mısır eleği hazırdır zaten, mangal da tam kıvamında… Eğer ateşe yaklaştırırsanız eleği yakar, yukarıda tutarsanız çipçiğ durur patlamaz. Mangalın üzerinde sallarsınız sallarsınız, hareket yok, vakti gelince çatapat gibi çatırdamaya başlar, taneler birden büyür ve dışarı taşar.
Patlamış mısır kaselerle tevzi edilir, ihtiyar günündeyse askerlik hatıralarına, göç yıllarına dalar, yangınlar, salgınlar… Kırk defa dinlemişsinizdir fakat baymaz.

KESTANESİZ OLMAZ
Zaman zaman mahalle eşrafı kahvede toplanır. Kadınlar da sevdikleri komşuları çağırır gülüş çığırış kurulurlar mangal başına. Bunların içinde masalcı teyzeler olur, gözlerini kısarak ya da iri iri açarak anlatır, eliyle koluyla heyecan katar.
Bu arada filancanım teyze kestaneleri itina ile çizip küle sıralamıştır. Ateşten uzak tutar ki yanmaya, kabuğundan kolayca ayrıla.
Bazen kestane için için şişer ve patlar, külü ateşi etrafa saçar. Maşayı kapan koşar, sıçrayan közleri toplar.
Her ne kadar mangal civarına muşamba döşense de halıda yanıklar olur illa. Göz göz delikler, para para…
Mangalın külü savrulup atılmaz, onunla ıslatılan nohut güzel kabarır mesela. Çamaşırda da kullanılır, renkliler daha canlı, beyazlar daha beyaz… Yağlı bulaşıkları fevkalade arındırır, kararan güğümlerin altını ovarsınız kıpkızıl bakırı çıkar.

KÜLDE PATATES
Yatarken mangal kapatılır, üzerine ibrik güğüm bırakılır, sabah namaza kalkanlar abdestlerini bu suyla alırlar.
Eğer akşamdan küle patates gömdüyseniz kahvaltıda elinize gelir. Közlenen kabuğu kolayca sıyrılır, ortasından kırar tuzlarsınız, sıcacık, yumuşacıktır, mis gibi kokar.
Sabah çoluk çocuk kalkmadan kapak açılır, küller eşelenir, közler parlamaya başlar. Kadınlar üstüne maşa kor, ekmek kızartırlar. Sıcak somun kendisine tevdi edilen tereyağını emer kurabiye olur âdeta, bal pekmez farketmez, artık ne varsa yanında.
Hasılı mangalla yemek hazırlanır, kahve pişirilir, mısır patlatılır, patates közlenir.
Bakın saatlerce konuşuyoruz bitmedi, kalorifer peteği üzerine ne gibi bir muhabbet yapabilirdik acaba?

HEY PAŞASI PAŞASI HANİ MANGALIN MAŞASI?
Efendim, paşa, kızına bi çeyiz hazırlamış ki dillere destan.
Kervan yolda düzülür diyenlere inat “hayır” buyurur, “herşey tam tekmil olacak!”
Gün gelir, kerimesini gelin eder, eşyalar at arabalarına yüklenir, konvoy tıngır mıngır yönelir damadın konağına.
Paşa baba göğsünü gere gere “bakın bakalım” der “eksik bulabilecek misiniz acaba?”
Kilimler, halılar, perdeler, avizeler, şamdanlar, tencereler, tavalar, sırçalar… Hamam tasına kadar tastamam.
O ara minik bir kız çocuğu “hey paşası paşası” der “hani mangalın maşası?”
Unutulacak şey midir ama?